Cumartesi

"Şiirde en yaban, yalnız, güvensiz, geceyi, şiddeti, kötüyü, zamanı tanıyan sesimle konuşuyorum."

Serpil Gülgün: Sanatın değişik disiplinlerinde ürünler veriyorsun. Şiir, bu disiplinlerden yalnızca birisi mi, yoksa özellikli, farklı bir niteliği mi var, senin için?
Hakan Akçura: Şiir, her zaman, öncelikle bir iç konuşmadır benim için. En çıplaklaştığım yerde kendimi arayışım.. Yaratırken, izleyeni, okuyanı en umursamadığım alan. Belki de bu umursamama yüzünden tüm katmanlarımla, kendimi, kendime en yakın yerde ifade ettiğim tek biçim... Şairlik, başından bu yana, lanetli, uyumsuz, evrensel iktidar kimlik ve rolleriyle çatışmalı, insanlık kültürünün en arkaik tartışmalarında saf olmaktan vazgeçmeyen bir oluş noktasıdır. Benim için aynı zamanda yaratımımda bir denge, sanırım. Örneğin plastik sanatlarda, izleyicinin varlığını, hatta oluşturduğum sanat etkinliğine katılımını umursayan, çağıran bir tavrım var. Aynı zamanda “sanatçı seçkinciliği”ne karşı, onlara kendi hayatlarının en sıradan etkinliklerinde bile sanata dair olanı bulabileceklerini söyleyen, onları bu olanaklılığa çağıran kışkırtıcı bir nitelik... Şiirde ise, en yaban, yalnız, güvensiz, geceyi, şiddeti, kötüyü, zamanı tanıyan sesimle konuşuyorum. Diğer sanat etkinliklerimin niteliği ile bir bağ, belki bir tek, algıya yöneliş biçimimle ilgili kurulabilir. Yine çağrışım ve okuyanın kendi yaşam bilgisiyle şiiri benden uzak, bilemeyeceğim bir yerde yeniden üretmesine izin vermeklik... Ama bu kez bu yöneliş biçimim, bir seçim değil; zaten iç-dilim kesikli, aksak, kırık aktığı için kendiliğinden böyle...

SG: "Aksak Kuş” 1989 ile 1994 yılları arasında yazdığın şiirler... Başlıksızlar ve hepsi tek sayfada biten kısalıktalar... Ama kapakta bunları “şiirler” değil de, “şiir” diye tanımlıyorsun, neden?

HA: Ayrı ayrı 81 şiir oldukları gibi, aralarında kurulabilecek yatay ve dikey yüzlerce bağlantı ile tek şiire doğru yolaldıkları için... Aynı dönemde, dili kullanma biçimimle, bunlardan oldukça farklı bir düzlemde akan birçok şiiri bu kitaba almadım. Onların toplamı da belki bir gün “şiir” denilerek yayınlanacak.

SG: Her şiire denk gelen bir desenin var. Kimi şiirlerinde, desen ile şiirin ögeleri arasında doğrudan bağlar kurulabilse de, birçoğunda bu çok zor ya da olanaksız...
HA: Evet, çünkü o desenler benim için “şiiri okumayı destekleyen şiir desenleri” değil. Her biri, şiirin yazıldığı zamana dönülerek ve o hava yeniden solunarak yapıldı. Öyle ki, kimileri o havayı yeniden soluyup, desenini de yaptıktan sonra, koşa koşa “şimdi”ye dönülmesi gereken dönemlerdi. Desenin kuşattığı zamanın ögeleri ile şiirin nesnel ögeleri çok az yerde çakıştı.

SG: Neden kendin basmayı seçtin? Bu durum, dağıtımda ve tanıtımda sana zorluk çıkarmayacak mı?
HA: Tek bir yayıneviyle, o da yıllar önce görüşmüştüm. Şiirleri çok beğenip öven editör, bana, “daha önce hiçbir dergide yayınlamamış olmamın” ve “şiir çevrelerinden uzaklığımın” olumsuzluğunu aşmamı; önce birkaç dergide birkaçını yayınlatıp sonra da sözü geçen belli bir eleştirmenin, -katılmasam da- uyarılarıyla kimi değişiklikler yapmamın ardından kitabı basabileceğini söylemişti. O gün önermediği, ama önerebileceği, birkaç gece birkaç içki masasında, kimilerini gururlandıracak sohbete katılmak ise daha kesin bir çözümdü aslında... Kimi meclislerin varoluş haline çok uzağım; seçimimin nedeni bu ve sonuç olarak içim çok rahat...

SG: Şiirinin anlaşılamaması sorunu ile karşılaştın mı?

HA: İlk tepkilerin hemen hemen yarısı, anlamak ile ilgili sorunu içeriyordu. Duymak, sezmek, içinde yürümek, hissetmek, anlamaktan önde tuttuğum algı, ilişki biçimleri... Şiirimin dili de galiba bana uygun... Ama “en anlayamayanların” bile şiirimle “anlayamadıkları” bir ilişki kuruyor olmaları, benim için sevindirici...

(Mayıs 1996'da Negatif dergisinde çıkan söyleşinin kesintisiz metnidir.)

1

AKSAK ayakları bir sesin.
o çok bilmedik.
şaşkın bakan.
yarattığı o an
ve hiçbir zaman,
yinelemeden sanki.
dansın aksak ayakları.
bilinmez. her şey
olduğu gibi.
hesaplamadı bence siyâhi
bir bedenden akıp da...
deniz kokusu
ayakların aksağında.
bir gece.
beni örneğin;
hiç...

temmuz '89

2

KÜÇÜK evin
bir soru bekleyen gözleri.
kileri.
tavanarası - camsız bölmelerle ayrılan -.
ne ışığı fenerin, ne de bir akşamüstü tedirginliği.
küçük evin bir sonu bekleyen öfkesi.


ağustos '89

3

SUSKUNLUK
kare masanın üç insanı.
sustum mu, üç çocuk çığlığı.

kış '89

4

HIZLA.
karar. seni. ummadığın
yerler. bir gece.
seçimsiz.
yasemin. bir bahçe.
hızla. artık kalmaz
yoksa.
biraraya. taş. su. bir köpek.
istediğim
dokununca ses verip. gözlerin.


16.1.'90

5

KARAR:
yalnız bir parkta ağaçlar...
gölgeleri, unutulmuş düş parçaları.
gitmeyince; kalsaydım dememek için o kentte...
yarı kapalı bir gülüşü o kadının; elleri...
(iskele öğleden sonrası, gün doğumları,
ardında inanılmaz öyküyü saklar.)
bir odadan içeriye alırız - hani pencereye
dokunan parmağı -;
adı ben olmaz, o belki; kırabilseydi ayakları,
zaten saçılmış camların dört bir yanda,
davetin, çakıl taşları, sesler...

uzanıp da bakılan bir uçurum hayatımız.
dedim ya, yalnız bir ağaçtır parklar,
düşleri parçalanmış gölgesiyle...
tutsan da kırmızı, unutsan da.

8.2.'90

6

ÇIKMA .
ne çocuk neşesi, ne deniz...
yalnız ve isteksiz, önceki geceden beri.
bekle. kalır mı kalmaz mı demeden.
hiç de sanmam ki lerin, her bir
sokağı için buranın, söylediğim, düşkün merakım...
yalnız değilsin.
inanmasan da, sevginin en çok kokusu
dokunur; hani çatıları o evlerin.
dokundukça; hüznünü en çok o kentin.
taş her yanı; bir de bırakıp kendini, gülümseyen
- zaman durdu - .
en çok sesi o boşluğun;
dokunsalar ya sen, ya ben.

20.5.'90

7

ÇOK mu soğuk? söyle de uyansın yorgunluğun.
her yanı bedenin. sakin bir mavi.
çık bak. sokakları yarım cümleler, sen,
düşkün yapraklarla dolu kasabanın.
(bisikletin bilmediğin neşenin küçük ayaklarıyla...
dönüp de bakman, ince bir çığlık akıp giden.)
sanmam ki, soluksuz zamansız gecenin söylemesi:
elleri ve kararın belki en çok beklediğin.
belki şu an
belki daha öncesi.
bence değil demelerin mi değişen,
bilmiyorum, ben mi?

20.5.'90

8

ÖYLESİNE dolu ki suskunluğun,
gündüzler, masalar - mavi, masum -, yaşamadığımız...
gemiler gömülmeyi yosun boylarına - ve hissetmezler-,
insanlar (ki hepsi ürkek değildir aslında) bir sesi bekliyor.
başüstlerinden, konuşmamak üstüne.
hepimiz yabancıyız istemesek de. hepimizin
geçmişi bulunacak - sanki ve hep -.

temmuz '90

9

DÖNÜP de usulca bakınca sen,
bir şey var.
adı, çok bildiğim bir ses. rengi, çocukluğumda saklı.
dönüp de baksan...
(o küçük ısrarın el salladığı demiryolları.)
yarısı gözlerime verilen isimde
- neye benzetseler parlar suyun altında -.
bir küçük yolun sokaklara varışı.
gülüşün; unutuşun. gece - sahipsiz -,
daha çok ürperdi sonunda.
yalnız uykuların güzelliği
-rengi siyah -.
hep bilmemiz gereken yalan şarkı. ne çare;
sabah, görüldüğü için
utanmasın der yıllarca;
ben, gördüm...

8.7.'90

10

SİYAH neden hakim bu geceye?
tutmuş da çenemi
- gözlerime bakıp -,
açmış pencereyi
- asılıdır kentin üstüne -...
parmakların söylediği iki küçük öykü
- çocuk olmaya ya da tutkuya dair -
duyduğun. bulutsuz.
(iki dizin kuş sesi buluşması.)
elin en çok değdiği kendi bedeni.
(masalara örtülen neden deniz kokusu olmasın?)
dönüp de yüzümüzü içimize
küfretmek kolaydır.
(siyah neden?..)
haketmeden.
hem de hiç...

8.7.'90

11

BİR dalışın ki,
bilmem hangi gece söylenmemiş cümlesi o hayatının.
şöyle bir yükselmen nereye uzatır elini?
hangi ışık, hangi olmasa isteği, heyecan?
söyle, dinleyeceğim rengini;
nedensiz gün boyu sessizliğim varsın bedenine.

10.8.'90

12

BİR yol; üstübaşı darmadağın, ki insanlar - çabasız değiller-
böyle ummamışlardı seslerini yanlarındakinin...
(belki ondandır her şey.)
eli yüzüne değdiğinde, kaç yıl geçti diye sordu.
(mavinin çıplaklığı yayılıyor; karanlık örtüsünü serdi.)
bizdik - derler-.
bakma, öylesi dokunmak değildir gözlere; bırakıp da
odaları, suskun cümleler doluyken aşkla, gidiyoruz - aslında-.
korku, sesi çağırıyor:
bence - diyoruz-.
bir yol; bırak kalsın üstübaşı darmadağın.
şehrin ara sokakları, ara kentleridir bedenlerimizin. öğreniriz.
(çakıl taşları hiç bu kadar yakın olmadı.)
baksan, ömrümüzün en meraklı ve cazip yarını.

14.9.'90

13

SESLENSE bir gölge gibi sokulup yanıma,
tersyüz edilmiş bir gövde...
kokusu hiç bitmeyen bir masalın iki kahramanı vardı, dese.
yeni doğmuş bir köpek yavrusu aralarından geçen,
o kadar çirkin olmak için elinde tuttuğun bir cümle, resim.
gitmese.

kış '90

14

KARARDI her şeyden önce. bir yolüstü,
bir küçük heyecan - alıştık ona dokunmamaya -.
haberler söylenmiş gibiydi. otururduk,
masa, kuytulukları düşlerimizin, cevap köşelerinde.
ötesini, olmayanı bekliyorsak - rüzgâr dilinden en çok-, alıştığımızı;
uzaktı. (önce.)

sonsuz tadı duyumsamaların, ona, ten ötesine dair. (gözlerimizde.)
bir de ne yapılsa ölmeyen
sesi bilinmeyenin.

tanış olsa da bu kent soluk alışlarıyla - belki bu yüzden -,
karardı her şeyden sonra,
daha gelmeyen.

kış '90

15

SANA bir bulut geldi.
- çok yol yürümüştü. yağmur dolu içi.-
(çıplak çekmelerimiz bacaklarımızı göğsümüze. duvar dipleri,
düş ortası sıcaklığı uykuların.)
söylenmiş her sözüm onda.
-yağacak yüzüne.-

3.10.'90

16

OLDU olacak sana gidelim.
çam kokusu, küçük sesler, dönüp de yine yürümen...
bekle. sürsün bu yolculuk.
çok şehir kokusunu hazırlar gelmemize. bir de ben.
unutmadık nasılını, hiç farketmediğimiz;
tutulacak o sakinliğin elleri...

3.10.'90

17

SAHTE tuzakları bir mekânın. hep olmayacak
şarkısı düşkün ağızlarda. yol bulamamış çilesi kaçışın.
bir bakış. bir tutsak oluş. bir sarışı
yapış yapış oyun doluluğun. niçin? :
en az sorulası olan.
bu dünya kanla beslenmiyor. (bildiği bir serzeniş; en aşık dokunmaya
kuşkulu göz kapakları.) en az bulunan. burada. hazine masumluğu
suçlu ellerinizin.


ocak '91

18

GÜMÜŞ nefesini bileklerine doladığında, kim geçer sanılır bilmezsin

gözümde. şaşkın önceki hayatın kırık dökük cümleleriyse

ellerimizdeki...

talihsizlik. ne nefreti

hiç bıçak sallamamışlığın, ne su içinde buluşması bedenin

(ayışığında üç yunus.)

hiç dinlemez olur mu? hele seni? nedenini?


şubat '91

19

O zaman söylenenler
kalsın diye o sarı şimşek kokusu terlerimizin...

sanki film sonrası sigaralarımız; gözlerimizde söndürülen.

şefkat;
kim bırakmış bulalım; ölsem mi öldürsem mi?

yani iki kızkardeş sofrası ve siyah bir gidişin öncesi.

ben. o.

yalnız; isteksiz mi artık bilemediğim mekânlar...
kadınları olmasa da.


şubat '91

20

KARARMADI; ya da bir
fener. o katedralin önüne şenlik.
ya söylensin diyedir günahın
bugüne düşmeyen sözleri;
ya da istemediğin
yatak odalarında, yıldızüstü
sahteliğin kalabalık gülüşü...
o sakallı düşkünleri
yolunun, ne yapsan bilemeden
bırakırken seni;
dört - beş insan sırtını
vererek boşluğa,
sözü alır - yakışmayan,
uzak, basit - koyar
önüne...

şubat '91

21

OLDU ve sanki yaşanmamışlığın
pembe - siyah dersiydi.
söylediğim
bir deniz üstü kayasında
yazılı.
bir kadının bilmediği
geçmişinde. ısrar en çok
o kuş kanadı kararlarımıza
yakışır. ten
en çok salınmaya.


mart '91

22

SAKIN bundan sonra
kara saplı bıçağın o ihaneti sormasından.
beni yalnız gidenler ilgilendirir,
bu akşamın düşkün sofrasında.

peki gözleri kara, deli bakışlı kadının
artık yeter demesi sahte gülüşe?..

beklediğim bile çok farketmiyor.
hayır denen çağrının anlamı, suskunluğu getirmesinden
ve çok basit birkaç şeyin ölümü hatırlatmasından yorgun...
tutsak. geceler... sofra.

konuşma, dinlensin sessizliğimiz.
bedenin uçsuz bucaksız yolların bana en yakın varışında.
ben sakınmaktayım en çok kendimden, burada.

nisan '91

23

SANDIM.
hayat bir sofra.
yarım. bir deniz.
hiç bitmemiş.
kalır hüküm sonrası sessizliği...
gülümsediğin her cinayet sonrası telaş.
hep sandığım.
hep kalan.


mayıs '91

24

KALMADI şimşir öfkesi.
ne lanetin bacağı kırık, ne kıyamet bir masal cümlesi...
şatolarına çekildi
bu dünyanın malı sayılmayanlar.
sulara bırakıp kendini
üç renk (her şeyin tümleyeni)
savaş sofrasından kaçtılar.


mayıs '91

25

IŞIK yayıldığı zaman içinde gamzesi hayatın. suskun. yüzünde.
bilmiyorum dediği, üç vakte kadar. elinde uçuşan kehanetin.

sözlerin - düşer boşluğun üstüne-.

şaşırma senle ilgili olduğuna gözlerimin.
(onlar bu köhne mekânlarda ışığı arar.)
en çok yeni kararları ellerinin, çeken bedenimi yağmurlu sokağına.
(o taşları rıhtım önlerinin.) gidişin en çok. (ya da
kalmayışıdır bir kadının su başı sofralarında.)
yarım cümleler; senden bana; sessiz. alnını düşürdüğünde yukarı.
bakmalarında saklı.

arama, bulursun yoksa, sırrı nedir en çok çeken (yorgun,
haksız ölümlerin gününde) bedenimi...


mayıs '91

26

ŞEHİR tükenmiş;
sonu bile geride...
hiç çevirme gölgesine bu sokağın.
tutkun siyahına kadın gövdeli (bitti ve bildim eminliği
çizgisidir dudaklarının)...
bir düşkün. taş merdiven soluğu.
ben...
istersen sarılır,
hiç ummadığın kalıntısı ürkek gözlerine.


mayıs '91

27

BEKLE dediğimdir, sana kâhin sözü,
sapkın gece telaşı...
verilmiş (sen hiç olur demesen de), de ki alınmış.
öyledir sözleri iki soluk durur
karşımızda; biri dün,
biri zamansız (yalnızca kokusu tanıdık).
o da boynumuzun çok bildik yorgunluğu...


25.5.'91

28

BULDUĞUMUZ - o çok eski sandıkta -
bilinmedik bir pazar akşamı sofrası.
bir elinde saçların - hiç sorma rüzgâr masal taşır mı o uzak ülkeden -,
diğerinde eğilişin.
duaları bir saksı kuşunun, senden yanaydı. şapkası uçtu.
kabuluydu. gitti uçurum kenarlarına.
bıraktığı boşluğu, ben, hepimizin biraz yasemin kokan günleri.
bütün teni ürperdi... (pencereler ardı ardına açılıyor, gölgelerin
bir soluk alışı.)
her şey şimdi gibi. evet açtığında gözlerini. her zaman. sen, istediğim.
rüzgâr dinmez bu akşam. ben hiç... bil bunu, bana öğret.


haziran '91

29

BELKİ bir bıçak.
yastıklarımızı güvenli kılacak bir uykulu gülüş.
çıplaklığın salt aynası
(her şeyi tersinden okumak isteyene).
uzlaşma; soğuk koltuklarında
ve karanlığın hareketli perdesi.
sal sokağa kendini! sabun kokusu avlundan yayılsın.
ya ter, ya ihanettir,
ne senin, ne yeryüzünün beklediği...


haziran '91

30

ÖLME, dilersen kırılır
her camı başüstündeki.
çıplak, tütsülü bir duman.
bedenin sarılır boşluğa.
siyah değil rengi, çok benzese de.
hiç yaralı yüzünde bir kadının - onca düşkünken anıları -
söylenmiş söz görmezsin.
istersin bilirim.
bu, çok değmez. ne siyaha - benzeyen -, ne bedenime... boşluğa hiç.
ölme, kurtulsun yalnızlığın.
beklemek değil anlamın çağrısını.
ahşap evin kırılan camları - yaralı, tütsü saran ellerime -...


haziran '91

31

SONUNDA istenebilir olan
tanıdık tüm tuzakların karşı dili - gözlerin -.

bu bina arası sırılsıklam yeni günlerde - sanki şaşkın
evlerin konukları, önceki hayatın seslerinden -...

bilmediğim bahçe önleri; öyküsü kedi dili sabahların...
o gölge içeri bu dışarı. heykelin ve sen tek anlamısın
-daha bugünden (bu söz boşluğa
asılı) - bazı sokakların - beni bekleyen
(şimdi utanmış yağmur günü renkleri)- tutkusuz
sokak içi mekânları.

nedir başlangıcı bu masalın? bir ağlayışı - merdiven üstü, film sonrası -
anlatsak ne olur yanılsamanın...


haziran '91

Cuma

32

BİR bakışın saklanması önceki gecesidir bu mekânın.
kaldığında sözü oyunların,
yarım masalar, söylenmemiş eğlencelerin kokusudur.

bir kağıda çizilen:
yalnız bir çocuk. şaşkınlığı hırsından.
her yenisinin karşısında ve gözü yaralı...

benzemez aksimiz kendimize. biz biliriz.
bir yarım masanın aynasında hiç...
cümlesi
tam da, kalkan - ve hiç inmez
bir suyun bekleyen rengine -
öyle bir çizgi
elimiz...

2.6.'91

33

ÇIK.
hiç bakma sağa sola.
bir ağaç,
kedi, içinden çıkılmaz
bir düş sonrası soluğunu
kesen. ben.
inanmadığımız geç kalmaların acısı.
uyanmalar balkon sabahlarına. yılın en çok
bu rengi yalnızlığın...
bilir misin?..

22.6.'91

34

SEBEP mi?
söz arama hiç;
cinayet olduğunda, asıldı kaldı boşluğa. düşmedi. büyümedi.
onlar çocuk aradılar yasak kentte; ırzına geçilmemiş, çilek tenli.
yoksun beklendi tam kıyısında yolculuğun. kimse gelmedi.
neden kadın?
sesleri beş yıl öncesinin. dönüp bakılamadı. bilinemedi.
gördüğün bir başka kentin ıslak duvarları.bedenin
bir kokuya dönmeli olsa olsa (üst not yasemin, bazı bulunacak)...
içinde; yine bildik; meraklı...
sebep mi? ne olur bana yakın.

25.6.'91

35

BİR uzun salıncak. yolda.
onların -çok kalabalıktılar;
çocuk yaşta ve tükenmiş;
gittikleri o küçük kasaba
karanlığında
yalnız- ummadığı
kadar yakın,
yıldız dolu
bir umulmadık selama.

29.6.'91

36

YANLIŞ desen, sarı değil mi?
ne giydiğin, ne pencere.
zaman kendini bir taşın içinde hissetmek.
kaç cevaptır sen yoksun aslında...

temmuz '91

37

ANCAK karanlığın sesi ona ulaştığında...
(her zamanki duvarlar. yüzleri o erkeklerin. masal dolu hiç olamayan)
her biçimi pusu kurar insan bedeninin. yalan, bu evrenindir;
dediğinde.
tüter yeni yangınların dumanı (çok yaşamış evlerin çılgın gölgesi).

kasım '91

38

UZUNDUR aksak ayakların yolculuğu (bu sinema,
bulut ötesi yakınlığı gülümseyen bir kadının).
daha kısa tanımlarını arar bedenimde. susmaz eli,
düğmelerini çözer gömleğinin. bir büyük şemsiye hiç açılmaz,
geniş gölgesidir o zamanın. (çığlık.)
akıp giden gözbebekleri... ne yan sokakların cinayeti. ne polis
noktaları (suskun bekliyorlar). adı varlık olan bir uzamın
soluğu.
aksak...

aralık '91

39

BİLMEYENLERİN safını seçti - o ten çıplaklığı - bir gün.
gitti üç küçük sorunun kolunda (ürkek elini cebine sokardı).
dedi: duymadım, en son neler söylediklerini...
soğuk ertesi yarılan tenimizin. sanki ler artık çok yorucu.
- o tabure biraz boşalsın istersen... (bir çocuk
geçti. tanımadık. yalnızca geçmesi umurumuzda. bir yaldızlı iz.)

15.12.'91

40

BİR bedeni saran, sorusu. görülesi olan. aslında. o kadının.
resimler eklendikçe. telaş, çocukça değilse ve hissettirmeden ürkek.
kuşkulu. geliş. sokaklarında... oluş.
nerede, hangi zaman, omuzlarımızdan tutup,
yapıştırarak parmaklarını etimize?
küçük sızıları, hiç bilmediklerimizin.
yapma. hiç sevmem böyle demeleri.
yine de rüzgarı yarım bir sarısı. gitmiş, görmüş, bilmiş gibi olmalarının
dönüşü ilgilendirir beni en çok. ondan. sözcükler boşlukta;
unutuluşudur beni çekip çıkaran geçmişimden. kutsamak
bir ayin cümlesi değil uzundur, ne de benim diğerlerine hediyem...
uyku uyandıkça açılan bir derinliğidir yolculuğun, evet dediğimiz.
(bir eski araba, az kadın ve erkek sözleri, çöle doğru, susadıkları
daha çok resim cümlesi,
doyurulamayan...)

15.12.'91

41

(YİNE kabul görmemiş soruları hayatın. yüksünmeden...)
zaman, bu zaman. kimi sözleri hiç duyulmamış çok mekân var.
masaları (izi üstündekilerin) tanıklığın sessiz uykusuzluğudur.
bir palyaço (tahta ve çok sevilmiş),
ya da dönüp de uyanman senin.
hiç bilmediğim, kaçıp kaçıp düşlerimden geldiğim resmi
sen demenin.

ocak '92

42

ÜÇ gölgesi. bir adamın düşü.
sanki üç duvarı; kapılıp açıldıkça kokusu değen, sana, bana;
belki sadece bu kadar.
bildiğim bu, ötesi değil.

şubat '92

43

GÜLÜMSE.
onca çökmüşlüğü yüz çizgilerinde duvarları bir geçmişin... yaralı. sıçrar.
her düş sonrası sarı bir yatakta.
gülümse diyorum, onca şaşkın kılınmaz...istenmeyen ses-kimliğimiz.
çelik halkaları yıpranmış pencere pervazlarında.
yalan değil,
bildiğim bileceğin her ötesi bu sorunun sonsuzluktan evveldir.
bir öykü, kurulmuş-dağılmış, cam parçaları kesik kollarımızda.
gün ışığında istemesen de parlayan...

şubat '92

44

BİR duruşu... az meraklı, sonraki hayattan...
nasıl oldu da unutabildi o ve herkes, bunca şeyi.
az bilemez. tutkulu,
içine alacağı her bedenin açık gözlerine.

şubat '92

45

BİR garip suskunluk. bana yakışanın sendeki adı.
ne kadar içinde, süreklidir bilinmez sızısı boşluğun.
farkında olsa da bedenim;
bu çatıları renksiz penceremde kuş ölüsü bulduğum gün,
yine de uzandı, dokundu, bildi sonunu bu küçük yolculuğun.

şubat '92

46

O yanıbaşı hiç olmaz.
yan sokakların telaşı -sarı. yalnızsa meraklı-;
saçına sensiz de kuşku konabilir (yürek sızısı kalır,
geçmez). tutku bırakmaktır kendini,
ben bilmem.

mart '92

47

KALIR sanma rengi, şu zamanın. hayatın emaneti asılıdır boşluğa.
bir o, bir sen...
ayırmak istersin sarısını, toprağın...(yürek sıkışsa,
beklenmedik her şey
sonu olsa öykünün...)
kaldın; yine kaldın,
o dayanılmaz ısrar seslerinin şimdi dediği yerlerde.
dolaşalım... gece.... senin... hiç...
bir tür zamanı kullanmak. insanlar neyi karşılar bedenleriyle?..
inkâr edelim, inkâr edelim.
o ne biliyor?.. her ses, yırtar tenimi. nerede olabilirdi diğerleri?
o nerede?

bahar '92

48

YALNIZ söylemediğin söz boşluğun malı.
ne ben, ne ayna dolu bir odanın hiç beklenmedik soruları.
bil ki, kaçtı demediler, o tutkun alevin en umulmadık sırrından.
sadece sordular:
nasıldı?.. o hiç olmaz denilen sonunu gördüğünde bu yolculuğun,
nasıldı sanki olmazmış gibi, gizlice beklenen
varışın şaşkınlığı?

nisan '92

49

HERKES yine geç kaldı.
gidilen yer mi yoktu aslında? bu soru soruldu mu?
kadın gölgeleri (hiç de sinik değil ve siyahı taşır yine de bir uzamı),
çıplak demirlerdir dumanlı bar pencerelerinde belli belirsiz görülen.
(öyle sanması iyi gelir dağınık yüreğine bir adamın.)
selamı da kırık, dönüp bakıldığında gece sesleri de.
koşuldu. boşuna sesleri (hani bazı sözler en istenilmeyen zamanların
vazgeçilmezidir. bu bilgi olur bir gün.) duyuldu; kendine konuşan.

10.5.'92

50

ÜÇ kişi. her zaman böylesi unutulmak içindir.
beklemediğin haberleri taşır kent.
yaşamakta direnirsin.
öyle bir tufan ki istediğin,
bedenin çözülsün, toprağın hiç güvenmediğin kokusuyla..
istek bir yere sürükler. bu, beden sorusudur.
getirdiği ne olursa olsun,
bir bilinmeyeni örgütler zaman. istemezsin. yorgunsun.
deli gibi hayır der gözbebeklerin. bilemezsin.

haziran '92

51

BİR kadın oldu dönen.
masal şehrinin yalnız çağıranı.
o ışıltısı eski bir bedenle karşılaşmanın, hem bildik, hem yetersiz kaldı.
dönmek, ne kadar gitmektir aslında? ya yüzümüz,
elimize ne denli uzak bir örtüdür?

haziran '92

52

SONRA,
her söylenmiş söz asılı kalır, onu terkettiğinde.
durur. gerçekten istenmeyen bir kente gidilmeyeceğini bilmeksizin.
yarım hiçlik duygusu yer değiştirir bir dizi kokuyla. seçemezsin.
bu olmaz diyen sesin.
tutabileceğin, kimi gecelerin tedirgin soluğu.
bir titreyiş (su akıp durur orada).
seslerin en çok kendisi olduğu zamanı bile özlememe.
güvensiz soruların sırtı duvarda.
koşan, gölgelerden çok, ışıklı fotoğraflar.
her gülümsemenin ardındaki, cinayet güncesinin düşleri.
nefessizlik korkusu.

bir kadın şaşkın geçer ve gülüşünü hep özlersin.

7.6.'92

53

RESİM bir kağıda çizili.
koridorlarda ayak sesleri yanıma yaklaşmayan.
şişman gölgesi alt kat cinayetlerinin.
uykululuğum. beklensin isterim
kendine kaçmanın soru - cevap zamanı.
kapılar açılır çok kalabalık geçmişime.
bu kez sıkıldığımı saklamadım.
anlaşılan o ikisi, ben ve o gece; nasıl sevildiğim bilgisi (yeni olan),
yalnızlığına istek biriktirir bedenimin.
beklensin istemem.
resim bitti. yine kağıda çizili.

28.6.'92

54

SANKİ biz her savaşın yorgun dostlarıyız.
(sokakta, yalnız, önceden bilinen soruları cevaplamış bedenlerimiz.)
güvenmediğin köşebaşları, geçip de gittiğin zamanı örter.
(aydınlık ne anlatır? ne söyler, adı kabul olan?)
odada. bizken. boşluk çok dolu bu kez.

güz '92

55

İNCE derin vadisi bedeninin.
(ellerim yarım bir cümle kurmuş.) sanki bir ayaz sırtıma vuran.
hiç sen değilsin sustuğunda. selamsız telaşıma sığdırdığın kuşkun,
hiç sen değil...
yalan yok.
kimse unutmadı öyküsünü o gecenin.
aradıkları uzak değil.
ben değil.

güz '92

56

TUTTUĞU gece kuşları kadının.
izi, her geçip de gitmenin, uzun süre
kalır düşlerimde. (boş duvarları sevmek bile tanıdık
-sökülüp yapışan afişlerin içinde mi her kırık sözümüz?-)
bir uzun yol,
onca zamanı oyun kılar sonunda. sevgi, dönüp de bakar kendine.
(sen bıraktığında
alev kanatlarıyla uçan...)
yarımdır tadı, her yolüstünün.

eylül '92

57

ÖYLE bir gelişi... (küçük yolculuk senin öteki adın.)
sessiz; ona dair bir çağrı (dudakları)...
-yıllarca yumuşak karnını aramak yeryüzünün;
sular ince akmış, eviçleri gölgeliymiş.-yükselişi
soylu bedeninin üstünde, uzanışı göğüslerinin
(hiç kıpırdamadan durdum, baktım; baktım yine);
zamanı bir neşe sardı (gölgesi)
-eski duvarlarda kırmızı kimliğine kavuştu resim, aktı tahta
ermişliğine uykunun-;
işvesi sesinin (ya da dayanıp içime, bakması, az tanıdık, uzak, korkulu bir yarına);
içmek istiyorum (şakakları)...

eylül '92

58

ÇÜNKÜSÜ alınmış göğsünden.
onca zaman, kolyesi boynunda. ağır.
suskun olman kimseyi kandırmasın. ya da yanıp sönen ışıkları sesinin.
gitme diyenler çok oldu, yolculuk öncesi. sana, bana.
onca kader çıkışı arayan insanlarına bu toprağın...

gelmez, hiç gelmez haftaları yaşıyoruz. kapılar kapalı. her şey,
her bucağı bu mekânın yalan kokuyor.

yalnız bir duvar bedenlerimiz. mutlusun. ben de. nasılsa...
aradım dediğim en çok kendim (seni sorsam da)

ekim '92

59

BU zaman ne öncesi, ne yarının tenime soluk veren cümlesi...
yaşama sevinci sizlerin sözü; bir boşluk buldum akarım.
bu dünyada çok az şey gerçekten önemli, bilinmez, istenir...
yol. gidiş. her bir resmi yüzüme çevirip; gözlerim...
unutmam gerekiyor sesinizi. sıcaklığını bedenlerinizin beni bu kentte
tutan.
ağırlığı onca yılınızın, bir taş.
gitti demişlerdi en son. inanmıştım, işin kötüsü..
kapı açılır, ışık -o küçük odamın, sarı- yayılır boşluğa.
gözlerini kısar önce. bekler. neyi? bekler adımları bir nedeni. neyi?
boy aynanız beni görmeyecek... güvenmeyin gözlerime.
(asıldı çocuk cesetleri enselerinde kurşun delikleriyle ve beyaz camın
tutsakları izledi. akşam yemeğiydi...)

uzak durun
bu zaman.

kış '92

60

YOLCULUK uzun. beklenmedik uğrağı yok.
yine de baktı mı şaşırmış sanırsın. genç sorular
yara izidir kimi yüzlerde. seni, kalan reddedişi tutar, ölümlerin
üç-beş gölgesi. eski zamanların. onu yap. işle. çatış. istemediğin...
her yolcunun hoşnutsuzluğu, yırtık kağıt parçaları (bir kapı
tanıdık olmayınca)... bekle.
yüreğin sarışın meraklar biriktirmesin. taşınması anlamsız yorgunluğun.
-bedenin en çok istemediğinde...- o dehlizin çapkın karanlığı.
enseni bir el mi tutan? sorulacak merakları bitmez mi insanların?
yalnız kapağı tutan ellerin tanıdık. o da üstüm örtüldüğünde. ansızın. uyanıp. bir gece.
ben.

kış '92

61

BİR ölüm;
gece sessiz bir kalabalıktır;
hep bir şey yapmak istemenin eksik telaşı;
bir ölüm, geceyi kendisi yapmak ise, aklanır mı suçlu?
bir kaçış, yoksunluk duygusu (renksiz), bırakıp da kendini düşmek;
kılcal damarları el tutmaz; romalının seçtiği ölüm,
bileklerini sevmekle başlar;
serinlikler aradı yüzüm; gecede;
bensizlik, başka bir tanım değil;
boşluğum, farkedemeyeceğiniz kadar küçük ve ağır.

sarılın ona. gece. üşüyor.

27.10.'92

62

ONCA zaman boşa harcandı.
rüya, gecenin biri, tam ben kaçarken...
sanki şaşırmaktı, her gölgenin sorusu. sen ve diğer kadınlar...
suskunsun; yaşadıklarımız -o saklı zamanda-, bırakıp beni...
her sabah, gece sonrasıdır; her uyanış, sonudur bir diriliğin ;
öykü kaç kişilik?
bacaklarım ağrıyor. koşmak, bir kaçış olmamalı her zaman.
seni bulmak, yaşanmış günün akıp giden suyu (sırrı saklayan
yarım nesne su ise, diğeri ağaç).
bırak bu odaya bedenini. oda, bir gelişi bekliyor
-ardı ardına saklanacak ihanetler uğradı aylarca-;
yoktum. yalan, vardım her bitişinde bedenimin.
duman, sırtın sıra.
kuşku -o her daim saçlarına bulaşan diğerleri-.
ya ısrar bu denli yakınsa bana?
ya sen?..

1. 11. '92

63

AKIP gidiyor. yakınlarda küçük şaşkın sesler...
neden bazı şeylerin resmini yapamam bilmezdim (gülüşü,
kırmızı bir topaçın üstünde misketler);
siyah kokuyor (sevincin rüzgarını değiştiren sırtımı tanıyorum);
kaç kapın var?
camı kırık, kapalı, geniş, eşiksiz, ardına kadar kabul olan...
rüya nerede başlar?
(soruların bırakması kollarıma bedenini...)
üç ağaç bir yol üstünde.
(uyanmalarının kokusu, benliğimi sarıyor.)
o şatoya kendini kapatan da bizdik, masum çılgınlığınla
küçük sandığı açan da sen...
akıp gidiyorsun; çocukluğum, sıcak, donanımsız elleriyle yüzümde...

6.11.'92

64

ÇÖZÜLEN, sanırım bir sokak-üstü kayasına bakılırsa...
öncesiz (ne değil ki) merakımız hep tanış evlere yakışır.
yazık ki kan, hiç yangın alevine... (- o iki kız çocuğu,
ayrılıp birleşen elleri kadınların, erkeklerin-
sanıldı mı ihanetin tadı kalmaz, habersizdir sarı teni ayrılmanın,
ölüm bir dost soluğu taşır dudaklarımızdan içeri, yutarız,
o sese aldırmamak anlamlı gelir bize); söndü; o her zamanki yüzüyle; şaşırmak günahı

altında derimizin, farkedilmez bilen yüzlerde; oyun;
kaçıncı oyun açıldı- bir rulet masası-, saklı bir kadının en olmaz sabrı
(döner, seyredişi, döner, seyredişi, acı verir,
seyredişi tenine dair her şeyi, döner).
pençem boynunda güzelim; kesen şu camı boydan boya, üç cümle:
yalnızlık güçtür, hiç çoğu kez güzel ve sensizdir hiç...

aralık '92

65

ONCA açıktır parmakların söyleyip durduğu; mekâna
kokusu titrek gölgeler sokmayın, atın dışarı iğdiş edilesi bedenleri
(ucuz, yapışkan erkek sinikliği sarıyor boşluğu, üç beş sıradan yalanın);
rengimizi sormayanlar, rengimizde sır taşınmadığını biliyor;
az, çok fazla bunu tanımlamaya. hiç in görkemi...
şölen ucuz tepe başlarının ölüm şöleni ve her darbenin kara sesi: çığlık;
ya da utan, en çok sen.

aralık '92

66

BEDENİM izini sürecek.
sorular uzun bir sarı çizgi.
dönüp de bakışın...
(yolda hızla ilerliyor araba; onca resim
üç ayrı derinlikte akan;
kokular geç kaldı: bedenlerimizin boşluğu tartışı...)
bakışın, varmadan önce;
dönüp de...

aralık '92

67

ÜÇ yalan.
söylenen yarın cümlesi, olamadı... hayatın...
çılgın fahişenin ıslak telaşı - bile hüzünlüdür- feri oldu gözlerin.
susan yok.
niçin cevapsız sorusu uzun zamanın.
(çocuk yüzleri sarı bir kabulü aydınlattı. sarı, rengi değil hiçbir kadının
-o... ışıklı gözler görmedi bir akışın durduğu zamanı-.)
hareket. bedenin yanı sıra... her iki kişi...
bir mekâna nesne seçen sorular... duyduğumuz yalan...
seçimin doğrularıdır, düğüm atan benliğimize.
sözün gelişi üç.
kılan,
biz.
kimiz bu salınışında kırık adımların?..

2. 1. '93

68

BİR su; akıp da giden izimiz;
zaman, uzun bir oda; duvarlarında ayna olmayan evler
-sevilirler; bir erkek yavaş yürür-.
bir şölen sofrası kurmayı bilmemek ya da bundan vazgeçmek,
farklı şeylerdir; (hızla yürüdüğü masalıyla) temasın bir zarı açması;
bir kadın soylu çocuk gözleriyle bekler.
yolların rüzgârı, gece sözleri - merdiven üstü, şaşkın-.

18.1.'93

69

I

AYNASI, şu unutuldu denilen
izinde bir gecenin (bir kadının
derin kuşkusu sokak aradı
bedenimde). kırılan camların
yarası, ışıklı kaçışı bir gölgenin
ve ıslanan...

II

Ateşkuşu yalanladı her sözü.
işte dedi kadın; giyindi, fırladı
odadan (bir hız boşluk ile aramızda,
ya da saydam tadı geçmişin - eksik ve
ağır-). sustum. benden izinsiz
gülümsedi dudaklarım.

20.1.'93

70

ÖYLE ki, sanırsın yine hiç kalmam buralarda; adım atmam ya da
sonuçsuz bir çaba, yine bizsiz.. peki o ya da bu zamanı kaçış kılan ne?
yani bu akşamın sana da bana da yazılmayan cümlesi?...
git... hiç bilmediğin bir zaman yalnız senin olsun.
sen istemesen de, kalan hiç, yine biz...

saldırmak istiyorum. bir küçük adama, her karanlık sokakta karşıma çıkan...

derdim bir de bırakış; ben, beni.

şubat '93

71

ELBETTE gülümserim.
ses gelip de dönmeyen sorularını taşıyor.
bir boşluk. sızısı, rengi değişen bir tanış sarı. üç kez durup
düşünmen.
gözünü yüreğinden alamadığın aşkın.

elbette gülümserim
sokak çocukları hep dönebilecekleri bir öyküyle yaşar.
zaman - tırnak izleri, yanıp sönen-, evden çıkıp yeşile delirirken
bedenin.

elbette gülümserim balışığım, boşluğum benim.
sızım, yalnız uykular ve ölümüm.
uzun bir ırmak döşenir yoluma. gece çağırır.
karnımda taşıdığımdır tenimin sahibi.

çok az. çok yakın ve sinen kokusu boynunun.
iki yanımda aracısız yarınım. kolum uzanmadan
uçup gideni göremez kâhin gözlerim. içim büyür, gülümserim.

17.7.'93

72

HİÇBİR zaman, onun sözcüğü değil.
sarı rengi değil. şaşırdığım bir gözkapağının açılıp kapanması.
onca oyun hazırlıksız adı bu olana. (bildi.) zaman
boşluğu harcayan bedenlerin - gelişimiz değiştirmedi hiçbir şeyi-...
akıp da içeri anlatmadık kendimizi. çocuk evlerimizi dolaştık. biri bize
yarını sordu. sustuk.
hissettiğin bir mekânın adı ben olan arası. geçip, dokunup, sorup
geldiler. zaman benim dedim onlara.
bir kadının bedenini bedenime hazır tutarken, özgürlüğü
kopup gelen o yola salmamdır, umurumda olan.
ben adımı söylerim yalnız, hayvan sesim ise konuşur.
sıfat aranmadan konulur söz. sahip çıkmazlar.
o tuttu. silkinip de taşları hazırlıksızlığımıza attılar.
yine üç cümle oldu her şey yolda:
dur; bakayım... sorduğum; sen. dinlerim...
var dediğim en ben örgüsüdür tenin.
çıkmamız gerek. rüzgâr sustu.

güz '93

73

ŞİMDİ sana yazmak; bu zamanda
bir zamanın noktasını koymak
gibi;
bir başkası uzanıp gitsin sürtünerek üstümüz, içimiz, bu geçmişi bağlı
bedenlerimizde bir yerlere... karşılaşmak isteği
rastlantıya borçludur kendini, hep.
bu uzun soluk (aldığımız; vermemek için direnip bugün...)
saklı, esmer, özenli, sırdaş seçen
(bilmek bazen her şeyi, sakin sokak arası ayrılmanın),
geçmiş günlerin... bağlı. iz.
uzat; gölge dolaşsın o yolcu kılığında, tanımı hissettiği teninde.
baksın, kuşku örülü ışığından bana.

kadın üç-beş şey düşürdü yere. koştu. hatırladı. zaman, tanığı
her aldığı tadın. ben buradayım.
yol şeridi, aksak kırık beyaz kıldı hayatı.
yürümek: nasılı aranan sorusu alnımızın.

güz '93

74

ZAMANIN tanığı olmak, yalnız bir seçim.
her üstünkörü geçişi bir bedenin.
sarı uzun bir çizgi bile özlenebilir bu gece.
(biliyorum; o tam ayın gözü açık selamıyken sabaha...)
dilerim bakışı. kadın sözü.
üstü başı renk, bozulan yüz çizgileri. ardı ardına
duyulan sese bırakışı...
tenin hissettiği suretini bulmaz kağıtlarda.
sarılır örtüsüne - bir nefes, bir ara -; yabancı
ona bakar. yüreği titrer (dönüp geçer
haz sarhoşu ışık, dönüp geçer dokunup);
bunu bilirim; o giyinir gider.

kış '93

75

SİYAH. aralık senin bilirsin. söz öncesi,
elin uzanır ardından. o daveti tanıdık-bildik olan
bedenler. uzun yolları özlersin. tenin, içine
almayı güneş dolu bir cümleyi. sustun...

üç küçük kız; sabah sokakları. anne ve
bırakılan şehir kokusu. ayrılmayı
-hiç beklemeyenlerin izlediği sonu bu öykünün-
istersin.
itersin adı zaman olan siyah nehir kokulu kayayı.
tuttuğum. geldiğim... isteğimin yanıbaşı;
döner bedeninde (dışarısı beton kokulu sarı çöl.
gece şimdi isimsiz. senin, bilirsin.)

kış '93

76

BİR ZAMANIN. her gidişi, bugün, bedenin.
bilir, görür uzanışın boşluğa. bir red cümlesi ıslak sesin üstünde:
yol dedin gelirken. süresi an ile
sayılan beyaz bir iz.
kolların yükseldi - sustuğun
aralığı hayatın-, bıraktı beni.
bir masal üç sözcükle yazılır. unuturlar.
ölümle yanyana duruyorum. oluyorum.
ayinin sorduğu özürümüz. o benim.
-not bıraktım:
kapı önünde kavga çıktı. evim büyüdü.
tenim örttü sonunda izini bir gecenin. (beyazdı.)-

kış '93

77

SONRA gece.
gidiş hep aynı yolu seçer.
yanlış pencereye bakarım; sarı ışık o perde...
içimde aşağıya akan bir su var. ağır.
soru. izim kalır mı yürürken?
ıslak çakıl taşlarını ve yıldızları özledim.
gitmeyi çağırırım seninle ya da kalıp uyanmayı.
uzun gece.

21.10. '93

78

ÖLÜM su gibi. elimi uzatmadım, koştum;
içiyorum cam kırıkları, taş, çukurları salgı yayan bedenimin üstünde bir zamanı.
ölüm su gibi içimde sakin akıyor.
uyku sözleriyle yanan tenimin altı. ışık benimle. saydam; uzanıp kadın gibi.
gözlerimi arıyor.

2.1.'94

79

HANGİ zaman bir kadın yanım sıra rüzgârı...
kalsa da sarı duvarı bu yarım ben'in
su açılır. (hiç söylemediği sözler koşar. şaşkınlığı geçer hangi'siz
ne'siz.)
saldıran keskin yüzü; konuşur: iki adam öyküsü. bir boşvermişlik.
artık acımayan küskün kabukları yaranın.
(tuttuğunu elin, ışıklı izini kendin san. bilmesinler.)
kayıtsızlık soruları: heyecan biz'siz, söz
dağılan sorusu sessiz mekânların - onlar hep öyleydiler-.
terketmek, yakın bilmecesidir hiç sanmadan kendimiz kılınanın.
(sen, durgun; bedenini nesneden nesneye yol kıldığın sığınakta...)
geride kalmayan her cevabı siz kılarak baktım:
dayandığın demir, dokunduğun iskemle; perde, gölgesi
yalanın. (zamanı ölçeriz.) inmedikçe ışık denir, soruldukça beden.
yanlışı kırma. gerekliliği sanı kılıp onca hayır yerine. kimse yine bilmedi.
(biz) kara saplı bakışlar büyüttüğümüzde, iki kadın yanyana durdu.
evet iki erkek öyküsü. kalan ateşe dönük yüzü ve
değişen sözcükleri sarı duvarın.

12.2.'94

80

SOLUDUĞUMUZ havanın içinde kirli, çürüyen bir renk;
inancımızın sınırı zorlanmakta.
zaman sabit;
silmeye çalışıyorlar, yüzümün en ben olan yanını.
kuş arabaları yolları terkediyor, hepsi
ince sızı dolu bir izin takipçisi.
karşılaştığımız her insan için, ölümümüz bir giysidir;
genişliğiyse o bedenlere oyun.
yüzüm kalır.
yüzüm kalır.
en ben olan da.

15.2.1994

81

BU zaman
su yürüdüğünde bekler.
o, biz, gölgesi, sessizliğe çağrıdır
diyen toprak bedeni...
kadın bakar (üç-beş tedirgin soluk senindir; o emin).
yine ve herkesin kapıyı usulca bırakıp gittiği an
-kibar sözler, açıldığında yüzünün kanadına sunulan-.
kadın bakar. (kurulan cümleyi taş yapıp sokmak içine...)
kadın bakar.
iki mavi elin var; boy boy parmak zamana sunulan
şapkanı giy, evine git; yanmasa da kavga çıkaracağım
sesimi eline verip.
kadın bakar.
bildiğini bilir.
ben tehlikeyle tanış olacağı günün konuğu.
sen mavi tedirginliğim...
kadın bakar.

şubat 1994